17 Mayıs 2024 - Cuma

Şu anda buradasınız: / IRKÇI MİLLİYETÇİLİĞİ REDDETMEK, İMANIN GEREĞİDİR !
IRKÇI MİLLİYETÇİLİĞİ REDDETMEK, İMANIN GEREĞİDİR !

IRKÇI MİLLİYETÇİLİĞİ REDDETMEK, İMANIN GEREĞİDİR ! ABDULLAH DÂİ

Mü’minler, Allah’a ve Rasulüne (s.a.s.) katıksız, şeksiz-şüphesiz iman ettikleri, ayrıca Allah ve Rasulünün iman edilmesini emir buyurduklarına da aynı şekilde iman ederler. Bundan dolayı isimleri mü’mindir ve Allah, bu kullarına, “Ey iman edenler!” diye hitap eder. Şöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ: “Mü’min olanlar, ancak o kimselerdir ki onlar, Allah’a ve Rasulüne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadılar.”1 “Rasul, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Tümü Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve rasullerine inandı. ‘O’nun rasulleri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış, ancak sanadır.’ dediler.”2 “Allah’a ve O’nun Rasulüne iman edenler, işte onlar, Rabbleri katında sıddîkler ve şehidler (veya şahidler)dendir. Onların ecirleri ve nurları vardır.”3 Müslümanlar, Allah’a ve Rasulüne (s.a.s.) katıksız imanlarıyla beraber tam teslim olup itaat edenlerdir. Böyle iman ve salih amel işleyerek, Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in sünneti üzere hayatlarını devam ettirip sonlandırırlar. Müslüman yaşar ve Müslüman ölürler. Bu sebepten dolayı isimleri Müslümandır. Yegâne rableri ve ilâhları Allah Teâlâ, o kullarına “Müslümanlar” ismini vermiştir. Rabbimiz Allah Azze ve Celle şöyle buyurur: “O (Allah), bundan önce de bunda (Kur’ân’da) da sizi ‘Müslümanlar’ olarak isimlendirdi. Rasul, sizin üzerinize şahit olsun, siz de insanlar üzerine şahitler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlânız O’dur. İşte ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcı.”4 “Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa, öylece korkup sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.”5 Muvahhidler, katıksız iman etmiş, imanlara şirkten ve küfürden hiçbir şey karıştırmamış, Allah’ı isimleri, sıfatları ve fiilleriyle birlemiş ve asla şirk koşmamış şahsiyetler... “Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha tapmazlar”6 diye muvahhid kullarının vasfını beyân eden Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki: ‘Rabbim gerçekten beni doğru yola iletti. Dimdik duran bir dine, İbrahim’in hanif (Muvahhid) dinine... O, müşriklerden değildi.’ De ki: ‘Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben, Müslüman olanların ilkiyim.”7 Muvahhid mü’min Müslüman şahsiyetler! Âlemlerin Rabbi Allah, onları birbirlerine kardeşler ve birbirlerinin velîleri kıldı. Hangi kavimden, hangi renkten, hangi dilden ve hangi bölgeden olurlarsa olsunlar, kadınıyla, erkeğiyle yeryüzündeki muvahhid mü’min Müslümanlar, birbirlerinin kardeşleri ve velîleri olarak bir milletin ve bir ümmetin mensuplarıdırlar. Onların milleti, İslâm milleti ve ümmetleri ise, Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in ümmetidir. Rableri, insan kulları üzerinde ortaksız, yegâne yasa koyucu Allah Teâlâ’dır. Hayat nizâmları, yani dinleri, Allah katında yegâne kabul edilen din İslâm’dır. Hayat düstûrları, Allah’ın Kitabı Kur’ân’dır. Ve yegâne hayat örnekleri ve önderleri Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’dir. En son nebî ve en son rasul... Şöyle buyurur Âlemlerim Rabbi Allah:  “Mü’minler ancak kardeştirler.”8 “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velîleri (yardımcıları/dostları/destekleyicileri) dirler.”9 Ve bir millet, bir ümmettirler muvahhid mü’minler. Rableri Allah Teâlâ, onlara şöyle buyuruyor: “Gerçekten sizin ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet ediniz.”10 “İşte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir ve ben de sizin Rabbinizim, öyleyse benden korkup sakının.”11 Bir tek ümmet, bir tek millet... Tevhid, iman ve teslimiyet üzere bir araya gelmiş, bir ümmet ve bir millet olmuş muvahhid mü’min Müslümanlar... Tevhid, iman ve İslâm üzere birbirlerine kardeş, birbirlerine velî olup İslâm milletini oluşturan, Rabbimiz Allah’ın hikmeti gereği çeşitli kavimlere, renklere ve dillere sahip olan muvahhid mü’minlerin bu birlik ve beraberliğini bozmak için uğraşan şeytan ile taraftarları, onları birbirine düşürecek, birbirinden ayıracak en korkunç fitnenin ırkçı milliyetçilik olduğunu bildikleri için aralarına bu fitne tohumlarını ekmiş, bakımını yapmış, en zehirli dikenleriyle ümmeti parçalamışlardır. Yegâne Rabbimiz Allah, birbirleriyle iman ve İslâm üzere kardeşler, velîler olan muvahhid mü’min kullarını uyarmakta, en büyük düşmanları olan şeytana karşı dikkatli olmalarını emretmekte, şeytanın ve taraftarlarının tuzaklarına düşmemek için uyanık davranmalarını emretmektedir: “Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helâl ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekten o, sizin için apaçık bir düşmandır. O, size yalnızca kötülüğü, çirkin hayasızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”12 “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.”13 Muvahhid mü’minlerin apaçık düşmanı olan şeytan ve taraftarları, onların ümmet bütünlüklerini bozmak için kavmiyetçilik, ırkçılık, milliyetçilik ve bölgecilik fitnesiyle duygularını coşturmakta, böylece ayrılıklar gündeme getirmektedir. Renklerin, dillerin, ırkların, bölgelerin, soy ve sopların ayrı oluşlarını gündem ederek, üstün ırkın varlığı fitnesiyle iman konusunda zayıf olanları tuzağa düşürmektedir. Böyle bir fitne ile ümmet olmuş İslâm milletini parçalamakta, mü’min kardeşleri düşman etmektedir. Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, şeytanın bu tuzağına, yani ırkçı milliyetçi tuzağa düşmemeleri için mü’min Müslüman kullarını kendi hikmetinden haberdar etmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, âlimler için gerçekten ayetler vardır.”14 “Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.”15 Hangi kavimden, hangi ırktan, hangi bölgeden, hangi renk ve hangi dilden olursa olsun, katıksız iman edip muvahhid olanların, bu konudaki inançları, anlayış ve duyguları, iman ettikleri Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nın beyân buyurduklarından başkası değildir, olamaz da! Çünkü bu, iman etmenin gereğidir. İnsan kullarını, yalnızca kendisine ibadet etsinler diye yaratan Allah Teâlâ, onların renklerinin ve dillerinin ayrı oluşlarının hikmeti gereği olduğunu, hepsini bir erkek ve bir dişiden yaratıp yalnızca tanışıp, bilişip kaynaşmaları için ve rableri Allah’ın kudretinin yüceliğini kavrasınlar diye ayrı ayrı halklar ve kabileler şeklinde kıldığını beyân buyuran Allah, O’nun katındaki üstünlüğün ancak takvada olduğunu apaçık bir şekilde duyurur. Hiçbir kavmin ya da ırkın, diğerinden bir üstünlüğü olmadığını, üstünlüğün ancak sapasağlam bir iman ile salih amel işleyerek ulaşılan takvada olduğunu beyân buyurur. Bu üstünlüğü elde edenlerin de muvahhid mü’min Müslümanlar olduğu malumdur. Onlar da ırkçı milliyetçiliğin cahiliyye işlerinden olduğunu kavramış ve cahiliyyenin her şeyini ayakları altına almış, ancak mü’minlerin kardeş olduğuna ve birbirlerinin velîleri oluşlarına iman etmişlerdir. Şeytanın ve şeytanîlerin işlerinden olan ırkçı milliyetçiliği tamamen reddetmiş, gündeme getirenlerin cahiliyye ehli olduklarına inanmışlardır. Hayatî her konuda olduğu gibi, bu konuda da yegâne rableri Allah ve önderleri Rasulullah (s.a.s.) ne buyurmuş ise “İşittik ve itaat ettik”16 demiş, tam teslimiyetlerini beyân etmiş, imanlarını salih amelleriyle tasdik etmişlerdir. Şimdi Rasulullah (s.a.s.)’i dinleyip itaat edelim: 1- Cabir b. Abdullah (r.anhuma) anlatıyor: Rasulullah (s.a.s.), Vedâ Haccı’nda Teşrik Günleri’nin ortasında bizlere bir hutbe verdi. Hutbesinde: “Ey insanlar, bilin ki Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Bilmelisiniz ki, takvadan başka Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap olana; siyah tenlinin esmere, esmerin de siyah tenliye herhangi bir üstünlüğü yoktur. Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır!” buyurdu. Ve ardından: “Tebliğ ettim mi?” diye sordu. Müslümanlar: -Evet, ettin ya Rasulallah! dediler. Rasulullah (s.a.s.): “O zaman burada bulunanlar, bunları burada bulunmayanlara iletsin!” buyurdu.17 2- Huzeyfe (r.a.)’tan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Atalarıyla övünen bir topluluk, ya son bulacak ya da bunlar, Allah’ın katında gübre böceklerinden bile daha düşük olacaklar.”18 3-Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor: “Rasulullah (s.a.s.) bana: ‘Dikkat et! Takvanın dışında, kırmızı veya siyah tenli kişilerden herhangi bir üstünlüğün yok!’ buyurdu.”19 4-Ukbe b. Âmir (r.a.)’tan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “İçinizden hiç kimsenin başkasının soyuna sövme hakkı yoktur. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız ve soy olarak birbirlerinizden üstünlüğünüz yoktur. Dindarlığı ve güzel amelleri dışında kişinin başkalarına karşı herhangi bir üstünlüğü yoktur. Kaba, ağzı bozuk, cimri, ödlek olması, kişiye (kötülük olarak) yeterlidir.”20 5-Ebu Said (r.a.) rivayet eder. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Tüm insanlar Âdem’in çocuklarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır. Takvadan başka Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap olana; esmerin beyaza, beyazın da esmere herhangi bir üstünlüğü yoktur!”21 Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu!.. Âlemlerin Rabbi Allah’a ve âhiret gününe iman eden, Rasulullah (s.a.s.)’i tasdik edip şüphesiz inanan, böylece muvahhid mü’min olanlar, aralarında bir üstünlük söz konusu olmadan birbirlerinin kardeşleri olmuşlardır. Dünyanın hangi bölgesinde, ülkesinde ve beldesinde olursa olsun, “muvahhid mü’min Müslümanın, muvahhid mü’min Müslümandan başka dostu yoktur!” Allah adına, Allah için ve Allah yolunda birbirlerine kardeş ve dost olup hayırlı ümmeti oluşturmuş, aziz İslâm milletinin vahdetini sağlamışlardır. Birinin diğerinden üstünlüğünün ancak iman ve takva ile gerçekleştiğine, bunun dışında insanların eşit olduğuna inanmışlardır. Çünkü emrolunduğu gibi dosdoğru olan ve davranan yegâne hayat önderleri Rasulullah (s.a.s.) böyle buyurmuştu. Hiç şüphesiz, en doğrusunu, en iyisini ve en hayırlısını buyurmuştur. Ebu Hureyre (r.a.) rivayet eder. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “İnsanlar, üzerinde hiçbir yük olmayan su develeri gibi birbirine eşittir. Hiçbirinin diğerine üstünlüğü yoktur.”22 Bir insanın, diğer insana ne üstünlüğü olabilir ki? İkisi de insan ve ilk insan olan Âdem (a.s.)’ın çocukları... Âdem (a.s.) da topraktan yaratılmıştır. Bu iki insanın ya da iki kavmin soyu-sopu bir ve aynıdır. Babaları bir, yaratılışları birbirinin aynısı. Ataları bir iken, birinin diğerine üstünlük yapması, sadece gurur, kibir ve cahiliyye duygularından ileri gelir ki, böyle bir durum, insan şahsiyetine asla yakışmaz, bir aldanmadan başka bir şey değildir. Muvahhid mü’minler, cahiliyyenin her çeşidinden kurtulmuş, arınıp tertemiz olmuş, izzeti ve şerefi İslâm’da bulmuş, mü’min Müslüman olmakla, emredildiği gibi davranıp salih ameller işleyerek muttakî bir kul hâline gelmekle üstünlük makamını elde etmiştir. Allah’a ve iman edilmesi gerekenlere katıksız iman edip Rasulullah (s.a.s.)’in sünneti üzere emrolunduğu kulluğu yerine getiren muvahhidler, “iyiliği emredip kötülükten sakındıran” hayırlı ümmeti oluşturup vahdetini sağlayan muvahhid mü’minlerin en büyük felâketi, bu vahdetin, bu kardeşliğin ve bu dostluğun bozulmasıdır. Cinlerden ve insanlardan oluşan yerli ve yabancı düşmanlar, gece-gündüz her türlü imkânlar ile çalışmakta, ümmetin vahdetini bozmak ve kardeşliği yok edip mü’min Müslümanları birbirine düşürmeye gayret etmektedirler. Rabbimiz ve ilâhımız Allah Teâlâ, insan kullarını uyarmakta, kendisine katıksız iman eden muvahhid mü’min kullarının düşmanlarına karşı uyanık davranmalarını, gafil olmamalarını emretmektedir: “Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini sıyırtarak, onları Cennet’ten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz, gerçekten şeytanları inanmayanların dostları kıldık.”23 “Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dostlar (velîler) edinmeyin. Onlar, birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.”24 “Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.”25 “Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri velîler (dostlar) edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah’tan hiçbir şey (yardım) yoktur. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınma(nız) başka. Allah sizi, kendisinden sakındırır. Varış Allah’adır.”26 Başta cinlerden şeytan ve taraftarları olmak üzere, kitaplı ve kitapsız bütün gayrimüslimler, İslâm’ın ve mü’min Müslümanların, yani İslâm milletinin en azılı düşmanlarıdırlar. Her fırsatı, ümmetin aleyhinde değerlendirmekte, İslâm milletinin birliğini bozup paramparça yapmaya can atmaktadırlar. Bu şeytanî fitnenin en korkuncu da, İslâm kardeşliğini bozan ırkçı milliyetçilik inancı, duygusu ve hareketidir. İman kardeşliğini bozup kan kardeşliğini öne çıkaran tam bir cahiliyye anlayışı olan ırkçı milliyetçilik, ümmetin başına en büyük belâ olmuş, cinlerden ve insanlardan olan İslâm ve mü’min Müslümanların düşmanları tarafından alabildiğince körüklenip alevlendirilmiş, ne yazık ki onların tuzaklarına düşenler tarafından kabul görmüştür. Bu şeytanî tuzağa düşenler, kendilerini Müslüman kabul etmekle beraber bu cahiliyye âdetini dâvâ edinmiş; kendi kavminden, ırkından ve dilinden olmayan diğer mü’min Müslümanları dışlayarak, bağlarını tamamıyla koparmışlardır. Ne yazık ki, bu şeytanî cahiliyye dâvâsına mallarıyla, canlarıyla hizmet eden, bunun uğrunda savaşan, ölen ve öldürenler, öldürdükleri de onlar gibi bu cahiliyye dâvâsına kalkıştığı hâlde hâlâ “Müslüman” olduklarını savunuyorlar. Cahiliyye dâvâsına ait her şeyi ayakları altına alan yegâne hayat önderimiz ve örneğimiz Rasulullah Muhammed (s.a.s.), “insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmetini” uyarmaktadır. 1-Ebu Hureyre (r.a.) rivayet eder. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah, cahiliyyenin gururunu ve atalarıyla övünmeyi sizden gidermiştir. Takva sahibi mü’min veya bedbaht günahkâr (olarak insanlar artık iki sınıftır). İnsanlar, Âdem’in oğullarıdır. Âdem de topraktandır.”27 2-Ebu Umâme (r.a.)’tan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Yüce Allah, cahiliyye döneminin kibri ile atalarla övünme âdetini sizden giderdi. Hepiniz Âdem ile Havva’nın çocuklarısınız ve bir ölçekten diğerine dökülmüş gibisiniz. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten sakınanınızdır.”28 3-Ebu Hureyre (r.a.)’tan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Kıyamet günü geldiğinde Allah, bir münadinin şöyle seslenmesini emreder:  Dikkat edin! Ben bir neseb yarattım, siz de başka bir neseb edindiniz. Ben, sizin en iyiniz, benden en çok korkanınızdır, dedim. Siz bundan yüz çevirdiniz de ‘Filân oğlu filân, falân oğlu falândan daha hayırlıdır’ dediniz. Bugün ben, kendi nesebimi (salih amel ve takvayı) yükseltiyor, sizin nesebinizi (soy, sop ve makamınızı) alçaltıyorum. Nerede Allah’tan korkanlar?29 4-Cündeb b. Abdullah el-Becelî (r.a.)’tan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Her kim körü körüne (dikilmiş) bir sancağın altında asabiyyete (ırkçı milliyetçiliğe) davet veya bir asabiyyete yardım ederken öldürülürse, bu bir cahiliyye ölümüdür.”30 5-Cübeyr b. Mut’im (r.a.)’tan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “(Halkı) asabiyyet (soy-sop/ırkçı milliyetçilik) dâvâsına çağıran bizden değildir. Asabiyyet (soysop/ırkçı milliyetçilik) dâvâsı uğrunda savaşan bizden değildir. Asabiyyet (soy-sop/ırkçı milliyetçilik) dâvâsı uğrunda ölen bizden değildir.”31 6-Fuseyle’nin babası (Vâsile b. el-Eska) şöyle demiştir: Ben: -Ya Rasulallah, adamın kendi kavmini sevmesi taassuptan (ırkçı milliyetçilikten sayılır) mı? diye Rasulullah (s.a.s.)’e sordum. O: - Hayır! Velâkin adamın kendi kavmine zulümde yardım etmesi taassuptur, buyurdu.”32 Hadis-i şerifin şerhinde şunlar denilmiştir: “Bu bâbda rivayet edilen hadisler, bir kimsenin kendi akrabasına zulümde, haksız konularda yardımcı olmasını ve soy-sop dâvâsını güderek onlar için öfkelenmesini yasaklar. Kişiye en yakın olan akrabası için böyle yapması yasaklandığına göre aşireti, kabilesi, kavmi veya ırkdaşları için böyle bir yola girmesi gayet tabii yasak olur. Bu itibarla bu hadislerin hükmü, bu gibi cereyanlara da şümullüdür denilebilir. İslâm’da, kişinin ırkına, kafatasına, deri rengine ve diline değil; onun imanına, ibadetine, Allah’a kulluk görevini yapması derecesine bakılır. Allah katında en değerli ve en üstün Müslüman, O’na takvaca en yakın olanıdır. Arabın, Arap olmayana ve Kureyş soyundan olanın başka soydan olana hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük, ancak takva iledir. Bu konuda ayetler ve hadisler mevcuttur.”33 Aziz İslâm milletini ve insanlar için çıkarılan hayırlı ümmeti, cahiliyye dâvâsı olan ırkçı milliyetçilik ile bölmek, parçalamak ve birbiriyle kardeşler iken, birbirine düşman yapmak konusunda şeytanî tuzaklar kurup planlar yapanlara karşı, “salih selefimiz” nasıl davrandı, sorusunun cevabına bakalım: Talha b. Ubeydullah b. Kerîz nakleder: “Emiru’l-mü’minin İmam Ömer (r.a.), ordu kumandanlarına şöyle yazmış: ‘Eğer kabileler, kabilecilik yapmaya başlarsa, İslâm çağrısına dönünceye kadar kılıçla onların boyunlarını vurun!”34 Ebu’l-Bahterî (rh.a.) anlatıyor: “Emiru’l-mü’minin İmam Ömer (r.a.), Ebu Musa’ya şöyle yazdı: ‘Bil ki insanlar, sultanlardan nefret ederler. Kendim ve sizin adınıza kalplerde beslenen kinlere, üstün tutulan dünyalığa ve peşinden gidilen arzulara bulaşmaktan Allah’a sığınırım. Kabileler, (kabilecilik düşüncesiyle) çağrılmaya başlarlar ki bu, şeytandan kaynaklanan bir gururdur. Eğer bunlara olur da kılıç kullanmak gerekirse, kılıç kullan. Öldürmek gerekirse öldür! Tâ ki ‘Ey Müslümanlar, ey Müslümanlar!’ diye çağırsınlar.”35 Merhamet olunmuş, vasat ve şahid ümmetin birliğini ve beraberliğini bozup onları parçalayarak kardeşi, kardeşe düşman ederek, birbirinden, dolayısıyla İslâm’dan uzaklaştıran şeytana uşak olanların bu şekilde cezâlandırılmasını emretmişti. Emiru’l-mü’minin İmam Ömer İbnu’l-Hattab (r.a.)! Ümmetin vahdetini bozanın cezâsı böyle idi! Bu caydırıcı cezâ, ümmetin birlik ve beraberliğini sağlamak içindi!.. Huzeyfe (r.a.) rivayet eder. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Benden sonrakilere iktida ediniz (uyunuz):

Ebu Bekr’e, Ömer’e”36 1. Hucurat, 49/15. 2. Bakara, 2/285. 3. Hadid, 57/19. 4. Hacc, 22/78. 5. Âl-i İmrân, 3/102. 6. Furkan, 25/68. 7. En’âm, 6/161-163. 8. Hucurat, 49/10. 9. Tevbe, 9/71. 10. Enbiya, 21/92. 11. Mü’minun, 23/52. 12. Bakara, 2/168-169. 13. İsra, 17/53. 14. Rum, 30/22. 15. Hucurat, 49/13. 16. Bakara, 2/285. Nûr, 24/51. 17. Beyhakî, Şuabu’l-İman, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2015, c. 5, sh. 401, Hds. 4774. 18. Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakatu’lAsfiyâ, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2015, c. 11, sh. 147, Hds. 2829. Adullah b. Mübarek, Müsned, çev. İshak Doğan, Konya, 2006, sh. 195, Hds. 241. Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsir bi’lMe’sûr, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2012, c. 13, sh. 553. İbn Merdûye’den. Nureddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, çev. Hüseyin Kaya, İst. 2015, c. 13, sh. 347, Hds. 13079. Taberânî, elMu’cemu’l-Evsat’tan. 18)Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 13, sh. 352, Hds. 13089. Bezzâr’dan. Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 13, sh. 558. Bezzâr’dan. 19. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2014, c. 16, sh. 355, Hds. 23633. Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 13, sh. 347, Hds. 13078. 20. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, sh. 357-358, Hds. 23640-23641. Beyhâkî, Şuabu’l-İman, c. 5, sh. 406-407, Hds. 4782-4783. Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 13, sh. 346, Hds. 13076. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’den. Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 13, sh. 554. İbn Cerîr ve İbn Merdûye’den. Not: Bu rivayette şu ziyâde var: “Kıyamet gününde yüce Allah, sizleri soyunuz ve nesebinizden dolayı sorguya çekmez.” 21. Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 13, sh. 555. İbn Merdûye’den. Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 3, sh. 347, Hds. 13079. Bezzâr’dan. 22. Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 16, sh. 618, Hds. 16730. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat’tan. 23. A’râf, 7/27. 24. Mâide, 5/51. 25. Âl-i İmrân, 3/100. 26. Âl-i İmrân, 3/28. 27. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Menâkıb, Hds. 4212-4213. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B. 110-111, Hds. 5116. 28. Beyhakî, Şuabu’l-İman, c. 5, sh. 401, Hds. 4773. 29. İmam Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağir, çev. İshak Doğan, Konya, 2019, sh. 292, Hds. 642. Beyhakî, Şuabu’l-İman, c. 5, sh. 402-403, Hds. 4775-4776. Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, c. 5, sh. 519-520, Hds. 3777-3778. Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 13, sh. 348, Hds. 13083. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat’tan. Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 13, sh. 554. İbn Merdûye’den. 30. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, B. 13, Hds. 57. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 7, Hds. 3948. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 19, sh. 336, Hds. 27277. Sünen-i Nesâî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B. 28, Hds. 4115. Beyhâkî, es-Sünenü’l-Kebîr, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2016, c. 15, sh. 687, Hds. 16689. Adurrezzâk es-San’ânî, Musannef, çev. Zekeriya Yıldız, vdğ. İst. 2013, c. 11, sh. 416, Hds. 20707. 31. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B. 111-112, Hds. 5121. İmam Beyhâkî, el-Âdâb, çev. Dr. Faik Akçaoğlu-Muhammed Enes Topgül, İst. 2016, sh. 137, Hds. 207. 32. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 7, Hds. 3949. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B. 111-112, Hds. 5119. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, sh. 381, Hds. 23694. İmam Beyhakî, el-Âdâb, sh. 138, Hds. 208. 33. Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mace Tercemesi ve Şerhi, İst. 1983, c. 10, sh. 155-156. 34. İbn Ebî Şeybe, Musannef, çev. Adem Yerinde, İst. 2012, c. 16, sh. 37, Hbr. 38340. 35. İbn Ebî Şeybe, Musannef, c. 16, sh. 35, Hbr. 38336. 36. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Menâkıb, B. 33, Hds. 3904-3905. 37. Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 11, Hds. 97. 38. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 18, sh. 560-561, Hds. 26420-26423. 39. Beyhakî, es-Sünenü’l-Kebîr, c. 15, sh. 673, Hds. 16668. 40. Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, c. 6, sh. 524-525, Hds. 4508-4511. 41. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, B. 13, Hds. 57. 42. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 7, Hds. 3948. 43. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 19, sh. 336, Hds. 27277. 44. Sünen-i Nesâî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B. 28, Hds. 4115. 45. Beyhâkî, es-Sünenü’l-Kebîr, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2016, c. 15, sh. 687, Hds. 16689. 46. Adurrezzâk es-San’ânî, Musannef, çev. Zekeriya Yıldız, vdğ. İst. 2013, c. 11, sh. 416, Hds. 20707. 47. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B. 111-112, Hds. 5121. 48. İmam Beyhâkî, el-Âdâb, çev. Dr. Faik Akçaoğlu-Muhammed Enes Topgül, İst. 2016, sh. 137, Hds. 207. 49. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 7, Hds. 3949. 50. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B. 111-112, Hds. 5119. 51. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, sh. 381, Hds. 23694. 52. İmam Beyhakî, el-Âdâb, sh. 138, Hds. 208. 53. Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mace Tercemesi ve Şerhi, İst. 1983, c. 10, sh. 155-156. 54. İbn Ebî Şeybe, Musannef, çev. Adem Yerinde, İst. 2012, c. 16, sh. 37, Hbr. 38340. 55. İbn Ebî Şeybe, Musannef, c. 16, sh. 35, Hbr. 38336. 56. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Menâkıb, B. 33, Hds. 3904-3905. 57. Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 11, Hds. 97. 58. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 18, sh. 560-561, Hds. 26420-26423. 59. Beyhakî, es-Sünenü’l-Kebîr, c. 15, sh. 673, Hds. 16668. 60. Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, c. 6, sh. 524-525, Hds. 4508-4511.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul